Kayıtlar

Bir Mimarın Deprem notları…

 Bir mimarın deprem notları… Ülke olarak yaşadığımız yıkıcı depremin ardından Adıyaman, Kahramanmaraş, Gaziantep ve Hatay’da yardımlarda ve mesleki olarak incelemelerde bulunmak için bölgede geçirdiğimiz süre içerisinde aldığım teknik tespitleri özetlemeye çalışacağım. Acıları kıyaslamak gibi algılanmasını istemem lakin daha önce gördüğüm depremlere kıyasla çok büyük bir felaketle karşılaştık, en son geldiğimiz Hatay’da gördüğüm manzarayı kelimelerle ifade etmek zor. Bölgede gördüğüm ve tespit ettiğim sorunlarla birlikte, çözümlerini de aktarmaya çalışacağım; Zemin Etkisi Sorun : Bölgenin zemin yapısının zayıf olduğu yerlerde ,sağlam zemine ulaşılmadan ve gerekli önlemler alınmadan inşai faliyetler sonucu yeni olmasına rağmen yıkılan yapılar var. Zemindeki sıvılaşmanın çok net şekilde yüzeyde hissedilen Gölbaşı ilçesinde, binaların gömüldüğünü gözlemledim. Hatay’da da yer yer bu durumlarla karşılaştım. Çözüm : Her türlü zeminde ilgili meslek gruplarının ortak çalışma yürüterek gerekli

Deprem !

  Deprem kapıda! Beykoz kaderine terk edilmemeli! İmar barışı ile devlet, vatandaşı ile bir anlaşmaya vardı. Geçmişin getirdiği sorunları bir nebze de olsa geleceğe taşımamak adına yapılmış bir uygulama olan imar barışının birinci aşaması olan yapıları tescil ederek yapı kayıt belgesini alan kişi, ikinci adımnolan kat mülkiyetine geçişi yapmaya başladı. İkinci aşamayı yapabilmek için bulunduğunuz bölgenin imar planları olması gerektiğinden, Beykoz’un %90’nı ikinci aşamayı yapamıyor. Bu sorun olduğu gibi ortada durmaktadır. Çözüm için planların yapılıp geçmesini beklemek bir seçenek iken şerhlendirerek başka bir çözüm düşünülebilir. Çözümsüz bırakılmaması gerekir. Deprem bölgesinde yaşadığımız gerçeğini ve büyük bir depreme karşı hazırlık yapmamız gerektiğini burada defalarca ifade ettik. İlgili bakanlığa da “ bu konu ile ilgili çözümlerin neler olacağı “ konusunda yazılar yazarak mesleki sorumluğumu yerine getirdim. Bu girişimlerimiz sonuçsuz kalmadı. Geçtiğimiz hafta bir genelge ile i

SU

  SU …SU… Nüfusun 160bin olduğu yıllar ;Beykoz’da henüz fabrikalar çalışmaktaydı.Beykoz Tarihi Çayır’da  öğlen saatleri, yeşilin üzerinde mavinin halen hakim olduğu ,ortaokul yıllarıma denk gelen zamanlar …    Okul harici zamanlarımda, kendimize para kazanma yolları ürettiğimiz iş kollarından biriydi beykoz çayırında su satmak. Bir elimizde testi bir elimizde su bardağı (her evde mutlaka olan Paşabahçe şişe camın o meşhur bardağı ) “sudan içen “ naralarıyla su satardım. Testinin içindeki su ,çayırın hemen yanı başında olan terazibaşı çeşmesinin suyundan başkası da değildi. Terazibaşından doldurduğumuz suyu çayırdaki insanlara satardık, elimizde sadece bir bardak bulunurdu, birisi su istediğinde onun gözü önünde bardağı çalkalar suyu doldurur ve ikram eder ,akabinde bedelini alırdık.Hatırı sayılır bir kazancımız olurdu hatta ilk bisikletimi bu şekilde aldığımı belirteyim.       Aynı bardaktan yüzlerce insan su içerdi ve bundan kimse rahatsız olmazdı. Günümüzde aynı ev içinde dahi aynı b

Beykoz

  … beykoz yitip giden bir ilçenin arkasından dökülecek ağıta iki gözyaşı.. bir bir yabancılaşıyoruz yürüdüğümüz sokaklarda selamlaştiklarimiz azalmada, çocukluk yaşlarımda dahi beykoza yabancı olduğunu düşündüğüm beykoz konakları! hiçte haksız degilmişim hatırlarsın, Osmanlı bankası gibi adı bizim ama sahibi ingiliz, tıpkısının aynısı konaklarda adı bizim ama sahipleri Beykozlu değil yada buraya ait olamamışlar, bilselerdi ördükleri zihinsel duvarların yuksekligini yapmazdilar betondan duvarları belkide… birde bizim deri kunduramız vardı, ordan üretilen ayakkabıyı giymenin ayrıcalıklı olduğu doneme de yetistim ben… ( yaşlanıyormuyum ki ben….) “kit” denen batık fabrikalardan biriydi bir çoğu gibi kendi sonunu kendi getirdi, çok üzülmüştüm kapanmasına çok… sonra bir haller oldu satıldı hemde şahsa satıldı! nasıl olur demeye fırsat bile olmadı duydugumuzda alan almış satan satmıştı… o bizim olan deri kundura bize uzak olmuş, yabancı olmuş, len bizimdi orası bizim! sahibi parasını vermiş

Milli Üretim

  MİLLİ ÜRETİM (MADE İN TÜRKİYE) 1960 larda başlayan akabinde 1970 yılında kurulan şirket Airbus, havayollarındaki Amerikan şirketi olan Boingin tekelini kırmak için avrupalı ülkeler tarafından kurulmuş bir şirket, kuruluşunda Fransız ve Almanların büyük ortağı olduğu. İlk üretildiğinde ağır eleştirilere maruz kalmış nerdeyse projeden vazgeçme aşamasına dahi gelinmiş. Ama vazgeçmemişler. Projeyle ilgili eleştrileri anlatmak için kaynaklarda şu ifadeler yer alır; Airbus bir fransızın evinin üstünden geçse yaşasın fransa diye bağırır, aynı airbus bir almanın evinin üzerinden geçse alman hemen avukatını arar çok gürültü yapıyor rahatsız ediyor diye şikayet edermiş. Ne tesadüf bu tip insandan her yerde fazlasıyla var. Airbus tüm olumsuzluklara rağmen vazgeçmeyerek ve devletler tarafından desteklenerek günümüzde en önemli uçak üreticilerinden biri. Airbus 1970 yılında kurulmuş bir şirket iken Amerikan Boing şirketi 1912 yılından beri uçak üretiyor! Bu satırları okurken hepimizin aklına yakı

Kendime

Kendi kalıplarında yaşadığımız alanın dışına çıktığımızda beğenmiyoruz birçok şeyi… Bunu yaparken o kadar doğal reflekslerle hareket ediyoruz ki, dozunu hemen hemen her zaman kaçırabiliyoruz. Tüm çevremizdeki olaylara eleştirel bir bakışla yaklaşıyor işin özünden uzaklaşıyor insan. Eleştirinin maksimum yaşandığı ve hissedildiği bir mesleği yapan birisi olarak eleştirileri yapan kişilerin ne tür reflekslerle hareket ettiğini iyi çözdüğümü söyleyebilirim. Genel olarak şikâyet edilen konuların başında sistem gelir, tam olarak neye karşılık gelir orası tartışılır… Karşıyız? Neye? Sisteme! Nasılsanız öyle yönetilirsiniz veya neye layık iseniz o şekilde yönetilirsiniz…  Sürekli eleştirdiğimiz sistem(i)leri ve  yönetenlerin bir insan olduğunu ve onlarında hatalar yapabileceğini görmeden ya da görmek istemeden eleştirmek.             Uzun uzadıya cümleler kurmasını beceremeyen birisi olarak işin özüne kestirmeden gitmekte fayda var… Bizi yönetenlerinde bizlerin arasından çıktığını un

Gezi notları

  Televizyon ekranlarında haberlerde bu aralar çok sık karşılaştığımız bir yer Diyarbakır, her şey o kadar hızlı gelişiyor ki bugünü yaşayamadan yarının peşinden gitmek zorunda olduğumuz bir coğrafya... Bir iş için Diyarbakır'daydım 1 yıl önce... Türkiye'de birçok ilde bulunmuş ve gezmiş birisi olarak doğu; hiç yabancı olmadığım bir bölge. Diyarbakır'a daha önce gitme fırsatım olmamıştı bu anlamda. İşlerimin de erkenden bitmesi ile şehri gezmek ve fotoğraflamak için epeyce vakit kaldı, fırsattan istifade Diyarbakır'ı hem şehri ile hem de insanı ile keşfetmek için dolaşmaya başladım..  Şehirlere karşı ön yargımı, İstanbul'u ilk terk edişim de 12 yaşımda Gaziantep'e gidişimle yıkılmıştı, o zamanlar benim için İstanbul dışındaki bütün iller küçük kendi içinde birer kasaba idi… Ön yargısız yaklaşmama rağmen şehre ilk adım attığımdan itibaren sebebini çözemediğim bir tedirginlik hâkim oldu, kendi başına hiç bilmediği şehirlere giden hatta bunu çocuk denecek yaşla