Gezi notları
Televizyon ekranlarında
haberlerde bu aralar çok sık karşılaştığımız bir yer Diyarbakır, her şey o
kadar hızlı gelişiyor ki bugünü yaşayamadan yarının peşinden gitmek zorunda
olduğumuz bir coğrafya...
Bir iş için Diyarbakır'daydım 1 yıl önce... Türkiye'de birçok
ilde bulunmuş ve gezmiş birisi olarak doğu; hiç yabancı olmadığım bir bölge.
Diyarbakır'a daha önce gitme fırsatım olmamıştı bu anlamda. İşlerimin de
erkenden bitmesi ile şehri gezmek ve fotoğraflamak için epeyce vakit kaldı,
fırsattan istifade Diyarbakır'ı hem şehri ile hem de insanı ile
keşfetmek için dolaşmaya başladım..
Şehirlere karşı ön yargımı, İstanbul'u ilk terk
edişim de 12 yaşımda Gaziantep'e gidişimle yıkılmıştı, o
zamanlar benim için İstanbul dışındaki bütün iller küçük kendi içinde birer
kasaba idi… Ön yargısız yaklaşmama rağmen şehre ilk adım attığımdan
itibaren sebebini çözemediğim bir tedirginlik hâkim oldu, kendi başına hiç
bilmediği şehirlere giden hatta bunu çocuk denecek yaşlarda yapan ben için
biraz tuhaf bir durumdu.
Diyarbakır'ın iki şehirden oluştuğunu çok çabuk
hissediyorsunuz, eski ve yeni şehir, yeni şehirden hiç söz etmeyeceğim hemen
hemen tip ve mimari olarak birçok yerde görüp görebileceğiniz yapı yığıntıları…
Asıl şehrin sur içinde kalan bölgenin olduğu ve yaşamın şaşıracak
kadar canlı olduğu bir yer, bir çok Anadolu şehrinden daha hareketli
ve canlı , bunda sur içinin kapladığı alanın dar olmasının etkisini de göz ardı
etmemek gerek.. Sur içine girişi Dağ kapıdan yapıp cadde boyu ilerlerken
çevremi süzerek ilerliyorum, fotoğrafla ilgilenen birisi için malzemenin çok
fazla olduğu bir yer, bende naçizane amatör olarak sevdiğim bir iş
fotoğraf çekmek, makine elimde sürekli çekerek ilerliyorum, sur içine
girdiğinizde biraz irdelediğinizde kendine has dar sokakları keşfediyorsunuz,
labirent gibi nereye çıkacağını tahmin edemeden sokağın akışına bırakarak
ilerlediğiniz daracık sokaklar, fotoğraf çekerek ilerliyorum, dar sokakların
bir biriyle kesişmesinden oluşan küçük meydana ulaştığımda, yürüyüş esnasına
üzerimde hissettiğim şüpheli bakışların ne zaman fiiliyata döküleceğini merak
ettiğim bir anda 2 genç yanıma yaklaştı, hitaben çok kibar tereddütlü bir ses
tonu ile çektiğim fotoğrafların nereye ait olduğunu sordu, sanırım epeydir beni
gözlemliyor. Aramızda geçen diyalog;
- Ağabey! Neden fotoğraf çekiyorsun?
-Nasıl?
- Sokak boyunca fotoğraf çektin nereyi çekiyorsun?
- Sokağı...
- Ağabey çektiğin fotoğrafı görebilir miyim?
(bu arada nereden geldiklerini anlamadım lakin farkına
vardığımda çevremizde 7-8 kişi olmuşlardı birde oradan geçen bir motosikletli
iki kişide konuşmanın içine dahil olmuştu)
Makinedeki fotoğraflardan bir kaçını gösterdim, farklı bir şey
arıyormuş gibi bir kaç defa;
- Ağabey demin çektiğin fotoğrafları soruyorum ne çektin? Diye
tekrarladı. 5-6 fotoğraf gösterdikten sonra belli ki ikna oldu sonrasında;
- Ağabey! Kusura bakma geçenlerde yine böyle biri fotoğraf
çekiyordu farklı şeyler çıktı altından.
- Ne çıktı? Diye soruverdim.
- Boş ver ağabey! Sen kusura bakma istediğin gibi fotoğraf
çekebilirsin.
Bu sözü söyledikten sonra biraz önce çevremde olan kalabalık bir
anda dağıldı, gençlerle konuşurken çevrede bulunan esnafa bakıyorum, çok
tepkisiz hatta görmemezlik tavrı hâkim, bu konuşma sonrasında yoluma devam
ediyorum.
Sur içinde gezerken kapıldığım
his; şehrin sokakları gibi insanları da, şüpheci ve tedirgin!
Sokaklarda gezerken soluklanmak için durduğum yerlerde çay içip
sohbet ettiğim insanlarla süreci konuşuyoruz. Birçoğu barışın olmasından yana,
süreci destekliyorlar, bunların birçoğu HDP'ye gönül verdiğini de üstüne
basarak söylüyorlar.
Taksiye biniyorum sur içinden ayrılıp işimi halletmek için yeni
şehre geçiyorum, geçerken taksici ile sohbete başlıyoruz, burada da konu ‘Barış
Süreci' taksiciye de aynı soruyu yöneltiyorum, sen ne düşünüyorsun?
Derin bir nefes alarak söze başlıyor. “Barış sürecinin tek çözümün İslam
olduğunu başka hiç bir şekilde bu coğrafyada barışın tam anlamıyla
olamayacağını, söyledi.”
Şehrin belediyecilik hizmetlerinin eksikliğinden söz ediyorum,
-belediyecilik hizmetlerinin nasıl olduğunu soruyorum, hizmetlerden
memnuniyetsizliğini ifade ediyor… Yeni şehir tarafında olan işim bitirdikten
sonra, kısa bir turun ardından Sur içine geri dönmek için başka bir taksiye
biniyorum. Bu takside muhabbet yine aynı konuya geliyor, bu seferki taksiciyi
ne kadar sıkıştırsam da çok net ifadeler alamıyorum ağzından en sonunda
dayanamıyor cevap veriyor ilk cümlesi; polis misin? Bilmiyorum ama! Oluyor.
Akabinde barış sürecinden ümidinin olmadığını, barış süreci gelirse birçok
kişinin nemalarının kesileceğini bu yüzden pekte mümkün görmediğini ifade
ediyor.
Bağlar ilçesinden geçerken, bak ağabey! Televizyonlarda sürekli
izlediğiniz olaylar bu sokakta oluyor, sokakta olanların çoğu da belediyede
çalışıyor hatta çocuklarda onların çocukları, şayet eylemlere katılmazlarsa
işten atılmakla korkutuluyorlar. -yani diyorum bu sokakta eylemcilerin bazıları
kendi rızası ile katılmıyorlar bunu mu söylüyorsun? ‘Aynen ağabey’ diye cevap
veriyor, katılmazlarsa işlerinden olacaklar. Bunlar burada konuşuyorlar 100 km
ötesi Elazığ neden oraya gidip orada bir şey yapamıyorlar, güçleri yok eskisi
kadar bu barış sürecinde o yüzden çok sahiplenmiş durumdalar. -sence diyorum
barış olur mu? Diye soruyorum -İnşallah olur diye cevap veriyor. Biraz önce
barışın olmayacağını söyledin ama şimdi İnşallah olur diyorsun dediğimde, hiçte
umutsuz değiliz şeklinde cevaplıyor. Sur içine vardığımız için taksiden
iniyorum…
Diyarbakır, birçok Anadolu şehrine nazaran oldukça hareketli bir
şehir, akşam saat 9’dan sonra gündüz kadar hareketli olmasa
da, ciğercilerin sokaktaki yerini almasıyla farklı bir hareketlilik
kazanıyor, sur içi daha bir güzel oluyor… Sur içindeki yeni yapılar da
kaldırılsa doğal dokusuna kavuşturulsa çok daha güzel bir yer olur…
…gün içinde konuştuğum kişilerin ve şehrin bende bıraktığı iz;
Diyarbakır şehri ikiye bölünmüş, bir tarafta eski şehir
(sur içi) diğer tarafta yeni şehir. İnsanları da Diyarbakır gibi ikiye
bölünmüş… Her şeye rağmen; her vakti farklı camilerde kılma fırsatım olduğu
için camilerdeki kalabalık; bu toprakların bölünemeyeceğinin bir kanıtıdır.
Taksici gencin söylediği çözüm de bu diyar için tek çözüm
anahtarıdır.
Diyarbakır hep
birileri tarafından siyasette malzeme olarak kullanıldığından siyasetin hakim
olduğu bir şehre dönüşmüş, ne zaman ki Diyarbakır siyasetten arınırsa, bambaşka
bir şehir olur…
Diyarbakır dedik mi akla ilk geleceklerden biride üzere Cahit
Sıtkı Tarancı'dır, Memleket isterim şiirini paylaşmazsak yazı eksik
kalır.
Kalın sağlıcakla…
Memleket isterim
Gök
mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların
çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket
isterim
Ne
başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş
kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket
isterim
Kış
günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket
isterim
Yaşamak,
sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden
olsun…
Yorumlar